Annem hep geç kalkar, o yüzden,
değil ütü yapmak, beslenme çantamı bile ben hazırlardım ilkokuldayken.
Hiç ütülü pantolon, gömlek
giymedim, ütü yapmayı da hiç sevmem, nasıl hergün hergün ütü yaparım şimdi ben.
Yok efendim yatılı okulda şartmış… Şart olup da yapılmayan o kadar çok şey var
ki bu dünyada, saymaya kalksak, ömrümün son günü gelir, ben ölürüm de, benim
ütüsüz gömleği hatırlayan çıkmaz…
Şart olup da yapılmayanlar kadar,
yapılmaması şart olanlar ne olacak peki?
Yok, senin aklını karıştırmak için
böyle tahterevallili cümleler kurmuyorum, esastan… Mesela babamın bizi bırakıp,
gitmesi şart mıydı? Ya yıllar sonra ortaya çıkıp kendini affettirmek için beni
yatılı okula yazdırması?
Sen onun gömleklerini ütüler
miydin, yoksa ben de kendi ütüleri mi yapmaya alışayım diye mi beni yatılı
okula yazdırıyor… Hem başkası ütülese bile gömleklerimi, ben yine de
gitmeyeceğim, zaten bundan sonra gitsem ne olur, kırk günün yirmisi kaçmışım.
Daha en baştan herkes adımı
ezberledi, öğretmen yoklama yapmadan önce, sınıfta mıyım diye başkana soruyor,
“O buradaysa herkes buradadır, sınıfı tam yaz” deyince, millet kırılıyor her
seferinde…
Ne bileyim ben alışık değilim öyle
yirmidört saat ders çalışmaya. Çalışacaksak da bir kez okuyunca neyimize
yetmiyor?
Yok sabah etüdü, yok akşam etüdü,
bir de bütün gün okul.
Elli yıldır bu hep böyleymiş,
madem öyle hani o kadar çalışmaya var mı bizden bir tane aya giden ha ne oldu,
yaaa…
Gündüzcüler elini kolunu
sallayarak, öyle kapıdan çıkıp gitmiyorlar mı, dayanamıyorum ben de kaçıyorum.
Sanki yer kalmayınca filikalara binemeyip de, batan geminin güvertesinde tek
başına kalmış gibi oluyorum arkalarından bakarken.
Başkaları yok mu? Var tabii, ama
onlar hep Anadolu’dan gelmişler okula, hemen hemen hiçbirinin İstanbul’da evi
yok, ama ben öyle mi ya? Gömleğim ütüsüz de olsa evim var benim değil mi? Senin
her tarafı kaplayan çiçeklerinle, biraz Ziraat Fakültesinin bahçesi gibi olsa
da…
Hatırlıyor musun? birgün seninle
iyice bağırıp çağırıp kavga ettiğimizde, evden atmıştın beni, o gün ben, nerede
kalırım artık diye, çok ağlamıştım Salihlerin bahçesindeki asmanın altında…
İnsanın iyi kötü bir evinin olması
çok güzel…
Canım nereden çıkarıyorsun
bunları, tabii ki sırf yatıp kalkmaya gelmiyorum eve, senin için de geliyorum,
zaten sen olmasan ne işim var benim burada?
Tamam, okuldan her zamanki gibi,
karşıki kırtasiyeye gidip geleceğim diye, kimliğimi kapıya bırakarak kaçtım
yine…
Evet, çıkar çıkmaz, hemen eve
gelmedim, her zaman gittiğim o küçük esnaf lokantasına gidip, fındıklı keşkül
yedim yine, ama anla işte, herkesin bir zaafı var, benimki de tatlı…
Hayır, tatlıyı yemesem de,
Ortaköy’den Bebek troleybüsüne binmezdim, keşkül yiyince param kalmadığı için
değil, Dolmabahçe’de yokuşu çıkarken bayılıyor zaten, neredeyse biraz hızlı
yürüsem, yetişir, aynı saatte Taksim’de olurum diye binmiyorum…
Troleybüs, İnadına Gümüşsuyu’na
dönen yerde, hani yokuşun tam düzleştiği yer var ya, tam orada işte, bir
bastırıyor, bastırıyor ki, o minicik, kısa arada, camdan stadın çimlerine
bakamayalım… İnadına binmiyorum işte…
Yooo, hiç de kızgın değilim kafam
falan bir şeye atmadı, niye okulda kızdırmış olsunlar ki beni, hem artık, hiç
“Fırt” götürmüyorum okula, onun için de bir daha “Balta Mehmet”, “Ne lan bu
karı resmi” diye dövemez…
Hayır, gece de biri, bir şey
demedi. Ne? Orası koru motel mi gece istediğimiz saatte dolaşıp duracağız?
Bazen eğlendiğimiz de oluyor, nöbetçi öğretmen falan yoksa o gece. Allaaah
artık ne sen sor ne ben söyleyeyim…
Yok, canım kimseye bir şey
yaptığımız yok, sadece bir keresinde, kullanılmayan teneke dolapların
kapaklarını çıkarıp, kapalı koğuşların kapılarına dayamıştık, kapıları çalıp
kaçıyorduk… İçeriden gelip kapıyı açanın üstüne, tangır tungur öyle bir
gürültüyle düşüyor ki teneke kapaklar, milletin halini görme, altına işersin
gülmekten…
Aman sen de, iyi ki bir şey
söyledik, hayır, bak bir daha söyleyeyim, birincisi, kimsenin uyurken, gidip de
pipisini boyamıyorlar, bu bir! Geçen hafta geldiğimde kilodumun önündeki mavi
boyalar, resim dersinde tuvalete gidince oldu, çişimi yaparken elimin boyalı
olduğunu fark etmemişim bu da iki…
Amma abartıyorsun bazen sen de,
seni duyan da her gün okulda dayak yiyip, geceleri de sabaha kadar birbirimizin
pipisini boyuyoruz sanır… Sen benle uğraşacağına çay koy da bir çay içelim…
Valla en çok senin çayını özledim,
yemek yemiyorum ya yemekhanede, kantindekiler öğrendiler artık, beni
gördüklerinde hemen bir büyük çay, bir de “Piknik” bisküvi ben söylemeden
anında geliyor… O kadar da, kırk sefer, demli olsun diyorum ama nerede senin
çayın, nerede onların ki…
Yok, yok ütüyü bırak yarın gitmem
okula, bir tek cuma kalmış zaten, bir gün için taaa buradan oraya… Pazartesi
sapasağlam, tertemiz giderim, hem artık hiç kaçmayacağım okuldan valla, bu
sondu…